27 Mart 2012 Salı

Paramparça Edilen 'Tevhid-i Tedrisat'! - Banu Avar

2006 yılında Mesleki Yeterlilik Kurumu tarafından bir yasa hazırlandı.

Önce bedava ders kitapları dağıtıldı.. Kitaplar SPAN adlı bir şirket tarafından tamamen bilimsellikten uzak hazırlanmıştı. Bölücü bir eğitim yasası için ilk adım saman dolu içeriği boşaltılmış ders kitaplarıydı. Çocuklarımızın eğitimi küresel şirketlerin denetimine verildi!

1946'dan beri 'Milli' Eğitim Bakanlığı ABD Büyükelçiliği denetimindeydi. (bkz. Oltadaki Balık Türkiye)

2012'de zamanı geldi. Tevhid-i tedrisat yani eğitimde birlik ve eşitliğin yok edilmesine sıra geldi.

Yeni eğitim kanunuyla kesintili eğitim başlıyor.

Artık 6-16 yaş arası çocuklara verilecek 12 yıllık kesintili eğitimle Fen ve Askeri liseler dahil tüm liseler süreç içinde kapatılacak, sonra Eğitim fakültelerine de lüzum kalmayacak...

10 yıldır taşımalı sistemle kapatılan köy okullarına yenileri eklenecek, köylerden ilkokul eğitimi silinecek 4. sınıfta piyasaya uygun seçmeli dersler başlayacağı için köylerde okullu çocuk kalmayacak. Cahilleştirme süreci hızlanacak.

Yeni bölünme Anayasası devreye girerse, yerel eğitim başlayacak. Tüm okullar bulundukları bölgedeki belediyelere devredilecek, okul yönetimleri zengin şirketlerin denetimine girecek... Okullari iş adamlarından oluşan mütevelli heyetleri yönetecek!

Bununla eyalet sistemi öğretmenleri ortaya çıkacak, her biri sertifikalı öğretmen olacaktir. Okul dışı sertifika toplama dönemi başlayacak.

Seçmeli derslerle bir arada ve eşit eğitim alamayan saman çocuklar ortaya çıkacak. Parçalanmış ve küresel öğretmen denetiminde verilen eğitim bu milletin çocuklarının 'ruhunu' çalacak!

Külturel değerler dersi önem kazanacak, köyler tamamen tarikat cemaat evlerinin eğitimine garkolacak, şehirlerde 'evrensel' eğitim veren ev kiliseler artacak.

Bu yasayla ne devlet okulu ne devlet üniversitesi kalmayacak

Çocukların zihinsel gelişimi duracak

22 Mart 2012 Perşembe

Afet Yasası nedir?

İSTANBUL- Meclis Genel Kurulu’nda çarşamba günü görüşülmeye başlanan ‘Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesine İlişkin Yasa Tasarısı’, ülkenin geleceği açısından büyük önem taşırken yoğun tartışmaları da beraberinde getirecek gibi görünüyor. Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar bu yasayla ilgili daha önce yaptığı açıklamalarda, “Bu işi yasalara, bilime dayalı olarak belediyelerle birlikte yapacağız ve vatandaşlarımızı incitmemek birinci görevimiz” demişti. Bakan Bayraktar’ın bu sözleri kamuoyunda destek bulmuştu. Ancak sivil toplum örgütleri hazırlanan yasa taslağının birçok açıdan sakıncalı olduğu görüşünde. İşte o yasa taslağı ve eleştiriler...

5 soruda Afet Yasası

Meclis’te görüşülen yasa tasarısı binlerce bina sahibini ilgilendiriyor ancak kamuoyunun henüz bu konuda yeteri kadar bilgisi yok.
Radikal, tasarının can alıcı bölümlerini 5 başlık altında topladı.

1- Hangi binalar yıkılacak?
Deprem açısından riskli bölgeleri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile belediyeler belirleyecek, Bakanlar Kurulu onaylayacak. Hem belirlenen risk alanları içindeki binalar hem de riskli alanlar dışında olup ‘ekonomik ömrünü tamamlamış olan ya da yıkılma veya ağır hasar görme riski taşıyan’ binalar yıkılacak. Proje gereği riskli alanlardaki sağlam binalar da bakanlık kararıyla yıkılabilecek.

2- Riskli yapılar nasıl belirlenecek?
Halk riskli yapıları bedelini kendi karşılayarak tespit ettirecek. Verilen süre içinde yapılmayan tespitleri bakanlık veya belediyeler yapacak, masrafları yine vatandaş karşılayacak. Tespite itiraz yedi kişilik bir heyet tarafından karara bağlanacak: Bunlardan üçü bakanlıkta görevli kişiler, dördü ise üniversitelerden öğretim üyeleri olacak. Bu heyet de kararını verdikten sonra yıkım kararı değiştirilemeyecek. Zira yasada açılan davalarda yürütmeyi durdurma kararı verilmesi engelleniyor. Bu yüzden mahkeme yıkımın iptali yönünde karar verse de yürütmeyi durdurma kararı engellendiği için dava sonuçlanana kadar yıkım zaten gerçekleşmiş olacak.
Binalarını yıktırmayanları ise yasal işlem bekliyor. Tasarıda bu konuda “Riskli yapıların tespiti, tahliyesi ve yıktırma iþ ve iþlemleri ile deðerleme iþlemlerini engelleyenler hakkýnda, iþlenen fiil ve halin durumuna göre 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (kamu düzeni) ilgili hükümleri uyarýnca başsavcılığa suç duyurusunda bulunulur” deniliyor.

3- Riskli yapılar nasıl yıkılacak?
Öncelikle mülk sahipleri ile anlaşma yoluna gidilecek. Yalnızca ‘anlaşma ile tahliye edilen’ yapılarda oturanlara geçici konut/işyeri tahsisi veya kira yardımı yapılabilecek. Şayet mülk sahipleri verilen süre içinde riskli binayı yıkmazsa, yıkım bakanlık tarafından gerçekleştirilecek, masrafı yine yapı sahibi karşılayacak. Bu süreçte bakanlık, TOKİ veya belediye tarafından talep edilmesi halinde, riskli binaların elektrik, su, doğalgazı kesilecek, satışı ve kiralanması yasaklanacak. Enkaz bedeli ödenmesinin usul ve esasları Bakanlar Kurulu’nca belirlenecek.

4- Bina yıkıldı... Sonra ne olacak?
Yıkımdan sonra o binanın ilgilileri kat maliki değil, arsanın hissedarı haline gelecek.
Yapılacak projeyle ilgili karar verilirken hissedarların 3’te 2’sinin onayı yeterli olacak. Karara katılmayanların arsa payları açık arttırmayla diğer hissedarlar arasında satışa çıkarılacak. Diğer paydaşlar almazsa bakanlık tarafından rayiç bedel ödenecek. TOKİ, ihale edilecek arsanın bedelini SPK’ya bağlı ekspertizlerle belirleyecek.
Eğer bir ay içinde ortak anlaşma sağlanıp karar verilemezse acele kamulaştırma yoluna gidilecek.
Anlaşmayla tahliye edilen, yıktırılan veya kamulaştırılan yapılardaki hak sahiplerine bakanlık tarafından işyeri, arsa veya konut sertifikası verilebilecek.
Bunlardan konutunu ve işyerini kendi imkânlarıyla yapmak veya edinmek isteyenlere de kredi verilebilecek. 775 sayılı Gecekondu Kanunu’na göre yoksul veya dar gelirli olarak kabul edilenlere verilecek olan konut veya işyerleri, borçlandırma suretiyle de verilebilecek.
Afet Yasası çerçevesinde yıkılacak ve yapılacak binaların değerlemeleri, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, TOKİ veya belediye tarafından yapılacak.

5- Yeni binalar nereye yapılacak?
‘Afete maruz bölge’ olarak ilan edilen yerlerdeki mesken ve işyerleri afet tehlikesi olmayan bölgelere taşınacak. İhtiyaca göre Hazine’nin ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının taşınmazlarından tahsis ve devir yapılabilecek.


UZMANLAR NE DİYOR?

Tarlabaşı Derneği Av. Barış Kaşka: Tarlabaşı’nda uygulanan yasa ile bu tasarı arasında büyük benzerlikler var. Eğer bu yasa öyle uygulanacak ise Tarlabaşı’nda vatandaşın yaşadıkları tüm
Türkiye’nin sorunu haline gelecek. Tarlabaşı’nda insanlar mülklerini piyasa değerinin onda birine özel bir firmaya satmak zorunda kaldı; katlı binalar, hanlar, oteller bir daire fiyatına idarenin ve özel şirketin oldu. Satmayanlara çok küçük yerler verildi ve büyük bir borç altına girdiler.

TMMOB Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu: Yasayla imar ve çevre alanında yürürlükte bulunan tüm yasalar ‘uygulanmayacak mevzuat’ kılınacak, kentlerin tümü ‘riskli alan’ ilan edilebilecek. Bakanlık gerekli gördüğünde yıkabilecek, kamulaştırabilecek, kamulaştırma değerleri de reel değerler üzerinden değil, emlak vergisi bedelleri üzerinden yapılacak. Yapınızı yıktırmamak için direnemeyeceksiniz, aksi halde hakkınızda suç duyurusunda bulunulacak.

Sulukule Dereği Av. Hilal Küey: Bu tasarıya getirilecek en temel eleştiri ‘asla mahkemede yürütmeyi durdurma verilemez’ maddesi. Yürütmeyi durdurma kararının hangi koşullarda verileceği İdari Yargılama Usul Kanunu’nun 27’nci maddesinde düzenlenmiştir ve her olayın özelliğine göre hâkim tarafından karar verilir. Bu konuda idarenin önceden bir yasa maddesi düzenlemesi, yargının yetki alanına müdahale anlamını taşır, bu da anayasaya aykırıdır.

Eleştiri çok: Riskli olmayan da yıkılacak
Yasada mimarlar ve şehir plancılarının eleştirdiği noktalar şöyle:

Yıkım kararına itirazların bağımsız heyetler tarafından değerlendirilmesi için gerekli koşullar sağlanmamış. Heyet, bakanlık görevlileri ve bakanlığın seçtiği öğretim üyelerinden oluşuyor.
Tasarının 3’üncü maddesinin 7’nci fıkrasında yer verilen düzenlemeyle riskli yapıların yanı sıra risk taşımayan yapılar, bakanlığın belirleyeceği sınırların içinde kalmaları durumunda yıkılabilecek.

Risk alanlardaki yapıların tümünün elektrik, su ve doğalgazının kesilmesi yoksul kesimler ve kiracıları mağdur edecek.
Tasarının 6. maddesine göre vatandaşın projeye karşı açacağı idari davalarda yürütmenin durdurulmasına karar verilemez. Bu düzenleme, yasal hakları kısıtlar, ciddi mağduriyetler yaratabilir.
Riskli denilen yapıların tespit, tahliye ve yıkımını engelleyenler hakkında Türk Ceza Kanunu uyarınca işlem yapılması öngörülmüştür. Suç tipi tanımlanmamış ve bir yaptırım öngörülmemiştir. Suç ve ceza tanımlanmalı.

‘Anlaşma ile tahliye edilen yapıların maliklerine veya kiracılarına geçici konut veya işyeri tahsisi veya kira yardımı yapılabilir’ ifadesi, ‘yapılabilir’ gibi muğlak tanımlamalar içeriyor. Anlaşma yapan bireylere yapılacak yardımlar bakanlığın ucu açık takdir yetkisine terk edilmekte, yardım ve enkaz bedeli ödenmesi konusu tasarı dışında bırakılmakta. Diğer yandan düzenleme, anlaşmayı kabul etmeyecek geniş kesimlerin barınma hakkını engelleyebilir.
Tasarı ile tüm kıyıları, ormanları, meraları, tarım alanlarını, zeytinlik alanları ve hatta sit alanlarını koruma altına alan yasalardan sınırsız biçimde vazgeçilmekte. Bu uygulanırsa doğal, kentsel ve arkeolojik sit alanlarında inşaatın önü açılacak demektir.

Belediyeler, eğer Bakanlar Kurulu kararı edinemezse Kentsel Dönüşüm Projesi uygulayamayacak. Bu, farklı siyasi partilere mensup belediyeler arasında ayrımcılık doğurabilir.
2B arazilerinin satışından elde edilen gelirlerin en fazla yüzde 90’ı dönüşüme aktarılacak. Bu alanların yapılaşma tehdidinden korunması gerekirken bu yönde bir düzenleme orman alanlarının daralmasına yol açacak.

İhalelerde Kamu İhale Kanunu devre dışı bırakılıyor.

2 Mart 2012 Cuma

Türkiyeliler "Devrimi"nin ÇUŞ'u - Müyesser Yıldız

Sevgili Banu Avar "Arap Baharı" devrimcilerinin BP, Total, ve SHELL olduğunu bir güzel ortaya koydu. Acaba, "Türkiyeliler devrimi"nin gerçek devrimcileri hangi ÇUŞ’lar? Bizi amip gibi bölerken bakın nasıl usul usul sırtımıza binip içimize sızıyorlar!..

Çukurova Holding’i daha çok Türkcell, Digitürk, Akşam’ın sahibi olarak biliyoruz. Grubun bir de petrol şirketi var; Irak’ın kuzeyinde faaliyet gösteriyor. ABD’nin, tamamen babasının hayrına (!) , 1 trilyon dolar harcayıp "demokratikleştirdiği" Irak’tan çekilmesinden hemen önce Çukurova’nın o petrol şirketinin yüzde 50’si İngiliz şirketi Valleres’e satıldı. Adı da General Energy PLC oldu.

Valleres’in en önemli kurucularından biri kim? Şu meşhur Rothschild’lerden Nat Rothschild!.. Yani "Dünya İmparatorluğu"nun varisleri resmen burnumuzun dibinde artık. Yeni şirketin yönetiminde meşhur bir isim daha var: 1997-2000 arasındaki büyükelçilik döneminde Türkiye’nin enerji ve su kaynakları üzerinde adeta "ihtisas" yapan, bağlantıları halen de süren ABD’li Mark Parris!..

Bilmiyorum izliyor musunuz; uluslararası güçler Türkcell’i Karamehmet’in elinden almaya çalışıyor. Konu galiba uluslararası tahkime de götürüldü. Ne dersiniz; dava lehimize sonuçlanır mı ki? Karamehmet’in ekonomik sıkıntıya düştüğü, medyaya girmekten pişmanlık duyduğu da konuşuluyor. Bu şartlarda: "General Energy üç vakte kadar tamamen Rothschild’lerin eline geçer." demek kehanet olur mu?

* * * * *

Başbakan Erdoğan Eylül ortalarında Türk-Mısır İş Konseyi Genel Kurulu’nda konuştu: "Mısır’ı Nabucco’nun içinde görmek istiyoruz." dedi. 3 ay sonra ne Nabucco’muz kaldı, ne Güney Akım!.. Oysa "asrın projeleri" idi onlar. Ne oldu ki?

Irak’ın tatlı, kârlı ve barışçıl paylaşımı; Türkiye’nin, "Kürdistan"ın denize çıkışına "gönüllü" rızası mı o projelerin pabucunu dama attırdı?

ABD’nin Irak’tan çekilmesi kesinleştiğinde "güvenlik boşluğu" konuşuluyordu ve Türkiye o "boşluğu" doldurmaya da gönüllü talip oldu.

Dr. Muhammet Nureddin var: Batı’nın Ortadoğu’daki enstitülerinde analizler yapan, bir çok projeyi de destekleyen bir isim. İşte bu isim 29 Ekim’de Katar gazetesi El Şark’ta şunları yazdı:

"Sünni-Şii fitnesinin sadece Irak’ta değil, İslâm dünyasında uyandırılması Sünni-Şii arasında fark gözetmeyen işgâlin bırakacağı en önemli tehlikedir. İşgâl bazen Şiilerin yanında yer alır, bazen de Sünnilerin; sonuç ise aynıdır: sıradan insan ve gözlemci için de gayet açık başlıklarda somutlaşan Amerikan çıkarlarının garantiye alınması. Bu çıkarlar, Arap ve İslâm dünyasının ilâve parçalanması, yeni Sykes-Picot anlaşmalarının çıkarılması -böylelikle Arap ve Müslümanların zenginlikleri üzerindeki kontrolün kolaylaşması- ve İsrailin güvenliğini koruyacak şartların artması. Irak bu açıdan başka yerlerde benzer durumlara psikolojik zemin hazırlaması için önemliydi..."

KÜRTLER TOPRAKLARINI PETROLE SATIYOR

Irak’taki güç savaşları Kasım ortalarında başladı. ABD şirketi Exxon Mobil anlaşmalara aykırı şekilde Irak merkezi yönetimi dışında, Barzani’yle de anlaşma imzaladı. Dengeyi bozan ilk şirketti!..

Rothschild’lerin ortak olduğu General Energy’nin Başkanı Mehmet Serpil’in bu gelişmeye ilişkin değerlendirmesi ilginçti: "Exxon’un gelişi hem iyi oldu hem de kötü. İyi oldu; çünkü bu bölgenin istikrarını tartışma konusu olmaktan çıkardı. Kötü tarafı ise bölgedeki tüm şirketlerin değerinin artması oldu..." dedi.

Irak Petrol Bakanı Abdülkerim Luaybi’nin tepkisi ise yenilir yutulur gibi değildi. Barzani’ye: "Kürtler topraklarını petrol anlaşmalarıyla satıyor. Irak’ın bir parçası olarak kalmak ya da ayrılmak konusunda bir karar vermek zorunda." suçlamasını yöneltti.

Barzani’nin gerçek hedefini bilmeyen mi var? Sadece zaman, zemin ve elbette Türkiye’nin rızası meselesiydi!..

İKİÜLKENİN STRATEJİK DERİNLİĞİ

Exxon Mobil tercihini yaptı ve Barzani’yi seçti... Aynı günlerde Barzani’nin Washington temsilcisi Kubad Talabani (Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin oğlu) şunları söyledi:

"Türkiye ile ticari ve ekonomik ilişkilerimiz güçlü. İki ülke arasındaki siyasi ilişkiler de güçlendi. Bu dönemdeyse enerji güvenliği ve enerji işbirliğine yoğunlaşıyoruz. Bunlar yepyeni bir yöne doğru hareketi getirecek. İlişkimiz daha da stratejik hale geliyor, derinlik kazanıyor..."

Kubad Talabani Bağdat’la sorunlarına ve mezhepsel çekişmelere dikkat çekerken de şu müjdeyi verdi: "Irak bölünürse bağımsızlık ilân etmemiz bile gerekmeyebilir..."

Yani Türkiye’den o kadar "eminler"!..

Oğul Talabani’den devam edip AKP’nin oyun kurucularından Henry Barkey’den çıkalım. İkili geçenlerde de Washington’daki Orta Doğu Enstitüsü’nde konuştu. Kubad Talabani, Türkiye’ye "Suriyeli Kürtleri nasıl kazanacağı" konusunda akıl verip "Irak Kürtleri'yle ilişkilerine benzer bir şekilde hareket etmesini" önerdi. Henry Baker de "Irak’ta iç savaş çıkması durumunda Kürtlerin fiilen bağımsız hale geleceği ve Ankaranın buna karşı çıkmayacağı" öngörüsünde bulundu!..

İŞTE ÇUŞUMUZ: ROYAL DUTCH SHELL

Dibimizdeki durum bu. Gelelim içimize. Kasım sonlarında TPAO, İngiliz-Hollanda ortaklığındaki Royal Dutch Shell’le Antalya Açık Deniz/Güneydoğu Anadolu alanlarını kapsayan arama, üretim, paylaşım anlaşması imzaladı.

Enerji Bakanı Taner Yıldız nedense bu işbirliğinin "uluslararası siyasi spekülasyonlardan uzak, teknik bir çalışmanın ürünü olduğunu" vurgulama ihtiyacı duydu.

Anlaşma maddeleri birbirinden ilginç: sismik arama, sondaj ve üretim faaliyetlerinin tüm masraflarını Royal Dutch karşılayacak... TPAO’nun Antalya’da gerçekleştirdiği sismik faaliyetlere harcadığı 20 milyon doları verecek, bundan sonraki çalışmaların -sondaj da dahil- masraflarını da üstlenecek... Ve üretim aşamasında hisseler paylaşılacak vs. Allah Allah; bu kadar iyiliği babasının hayrına mı yapıyor? Unutmadan; Diyarbakır bölgesinde yapılacak kaya gazı aramalarında da Royal Dutch olacak!.. Ve dahi Mersin-İskenderun körfezi için yapacağımız çalışmalarda da Royal Dutch’ı yanımızda bulacakmışız!..

İsrail’in Rum kesimi üzerinden Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’e yerleştiğini düşünün...

Bam teline gelelim. Bizimkilerin "Shell, Shell" diye geçiştirdiği Royal Dutch Şirketi’nin aslı şu:

NATO’nun Suriye-İran’a karşı Malatya Kürecik’te kurdurduğu füze kalkanı var ya... Hani bizimkilerin ricası üzerine ülke isminin telaffuzundan vazgeçilmişti ya... İşte o füze kalkanının "gerekliliği" konusunda NATO’ya raporu hazırlayan "akil adamlar" grubunda bu şirketin eski CEO’ları da yer almıştı!..

ÇUŞLAR İÇİN ANAYASA VE YASA

Yeni Anayasa, yargıda iyileştirmeler, yabancı sermayeyi teşvik... Bunların hep Türklerin iyiliği için yapıldığını sanıyoruz değil mi? Öyleyse şunlara da bakalım:

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan: "Türkiye’deki dış dengesizlikleri azaltmak için yatırım ortamını iyileştirme adı altında tedbirler belirledik. Yargıdaki iyileştirme, yatırım için son derece önemli. İş adamlarının anayasal düzenlemeler sebebiyle sıkıntı yaşadığından haberdarız" diyor.

Yabancılara, özellikle de küresel şirketlere mülk ve arazi satışını kolaylaştıracak "mütekabiliyet yasası" Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılıyor. Yeni düzenleme ile yabancılara satışta sınır 2,5 hektardan 30 hektara yükseltiliyor. Bakanlar Kurulu’na bunu 60 hektara kadar çıkarma yetkisi veriliyor.

Ali Babacan Davos’a gitmeden önce Beyti’de, yandaş gazetecilerle İstanbul’un geleceğini masaya yatırıp, "İstanbul’u uluslararası finans merkezi yapma hayalinin fiiliyata geçtiğini" müjdeliyor!.. Türkiye’nin bu alandaki potansiyelini anlatacak dünya çapında bankacılar tespit etmişler. Babacan o isimleri saklıyor, onlara "ak saçlılar" demekle yetiniyor. Bu şahıslar, "Türkiye’ye aşina" imiş!.. Kısacası Yatırım Danışma Konseyi üyesi olan CEO’lar ve finans merkezindeki "ak saçlı bankacılar" bize çalışacakmış... Tabii yine babalarının hayrına!.. Babacan’ın bir büyük "müjdesi" daha var: IMF’nin yeni yol haritasını çizme ve görev tanımını yapma işi de bize verilmiş!..

AVRUPA YAHUDİ PARLAMENTOSU

Para, güç, enerji kaynaklarının paylaşım savaşı... O da ne; Avrupalı 400 binden fazla Yahudi sanal ortamda oy kullanıp Avrupa Yahudi Parlamentosu’nu oluşturdu. 47 ülkeden 127 milletvekili seçildi. Türkiye’den de iki isim var: Cefi Kamhi, Vital Denis Ojalvo Öner.

Sanal deyip geçmeyin. Bir defa proje, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in fikri. İkincisi, o parlamento ilk toplantısını Brüksel’de, Avrupa Parlamentosu binasında yaptı bile. Başkanlar seçildi!..

Bu gidişle, Dünya Yahudi Parlamentosu da kurulur herhalde.

Türkiye mi?

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç bir aralar: "İyi ki bu generallerle savaşa girmemişiz." demişti...

"İyi ki bu iktidar var ve bir bölge savaşına sürüklenmiyoruz." diyebiliyor muyuz?

Cumhurbaşkanı Gül Sarıkamış Tatbikatı'nda "bölgenin jeneratörü olduğumuzu" söyledi. Yine O’nun arzusu üzerine "büyük resme" bakıyorum da;

"Jeneratör"den çok giderek "bölgenin Terminatör'ü" ya da ABD-İsrail’in "paratoneri"ne dönüşüyoruz gibime geliyor!..

Silivri’den kucak dolusu sevgiler...

Müyesser YILDIZ

28 Şubat 2012

1 Mart 2012 Perşembe

Muhtesem Suleyman - Celal Sengor

Bu toplumun hemen hiçbir değeri kalmadı: Tek değer, kişilerin ve/veya grupların hak etmedikleri şeylere uzanmak için olabilen her yolu denemesinin
en makbul marifet sayılmasıdır.

Türkiye rüşvet ve hırsızlıkta Avrupa birincisi, dünya dördüncüsüdür. Dünya ülkeleri arasında cahillik düzeyiyle en ön saflarda yer alıyor, dünya üniversiteleri
arasında adı anılabilecek ilk 500 arasında hiçbir üniversitesi yoktur.

Başta Cumhurbaşkanı ve Başbakan olmak üzere devleti yönetenlerin hakkında bulunan suç dosyaları nedeniyle dünya birincisidir (Kemal Baytaş, Sözcü 13
Şubat 2011).

İçeri atılan gazetecilerin sayısıyla dile gelen aykırı fikre tahamülde, nihayet İran ve Çin'in bile gerisine düşerek sondan birinciliği kaptı.

Gün geçmiyor ki ırzına geçilen kadın, cinsiyet nedeniyle veya töre denen ahlaksızlıklar yüzünden öldürülen kız ve kadın haberleri gazetelerimizde,
televizyonlarımızda yer almasın.

En son öğrencilerimizi hatta devlete ait kurumlar ve devletin memurları eliyle harcamak, onların hayatlarını karartmak sıradan olay oldu, bunları yapan ve
kötü niyetleri artık her gün dile gelen akıl ve beceri fakirleri devletin ve hükümetin güvencesi altına alındı.

Tüm bunlar ne zaman oluyor? Muhafazakâr değerlerimizin şahlandığı, Atatürk'ün getirdiği akılcılıktan hızla uzaklaştığımız bir dönemde;Türkiye halkı tamamen keçileri kaçırdı mı, yoksa bu ahlaksızlıklar zümresi onun gerçek değerlerini mi yansıtıyor?

Bence ne biri ne diğeri. Halk o kadar cahilleşti ki, yaptığı şeylerin veya kendisine yapılanların çoğunun ahlaksızlık olduğunu, bu ahlaksızlıkların er veya geç kendisini zarara uğratacağını, çoluk-çocuğunu süründüreceğini göremez hale geldi, safsatayla uyutulmayı tercih eder oldu.

Türkiye halkı kravat takar, lüks otomobillerde dolaşır, bikinili hatunları sosyetik plajları doldurur veya şehirlerini şekilsiz gökdelenlerle doldurup oraları <> ederek yaşanmaz hale getirir, ama tüm bu halk zenginiyle fakiriyle, şehirlisiyle köylüsüyle zır cahildir. Kendi tarihinden habersizdir. Aslında ne dilini, ne dinini bilir, negeleneklerini tanır, ne de toplumsal değerlerinin evriminden haberdardır.

Muhteşem Yüzyıl diye televizyonlarda alkışladığı dönemde, devletinde Amerika'dan gelen gümüşün ilk enflâsyonu başlattığını bilmez (çünkü Avrupalı <> dünyayı keşfederken, muhteşem [!] padişahları hareminde gönül eğlendirmekte, dünyayı öğrenelim diyen Pirî Reis'in kafasını vurdurmaktadır).

Muhteşem (!) yüzyılda Anadolu'da medrese o kadar ayağa düşmüştür ki, öğrenci haydutluğa başlamıştır (buna softa şekâveti denir).


Avrupa'da ilk yenilgimizi Muhteşem (!) Süleyman devrinde aldığımız gibi (I.Viyana bozgunu: 1529), Hint Okyanusuna her çıkışımızda mini mini Portekiz'den
sopayı yiyip Kızıldeniz'e veya Basra Körfezi'ne tıkılışımız da bu büyük (!) padişah efendimizin devrindedir. Gene onun zamanında dünya keşfedilirken, Hint Okyanusu'na kadırga denen sandallarla açılan ve 1554'te Hindistan'da karaya vuran büyük (!) bir amiralimiz, yürüyerek üç senede Hindistan'dan Edirne'ye gelmiş ve meşhur bir kitap (Mirât-ül Memâlik) yazmıştı.

El alemin dünyayı öğrendiği bu dönemde Seydî Ali Reis gazel söyleyip, eğlence partilerini anlatmaktan başka tek bir detaylı coğrafya bilgisi toplamayı gerekli bulmamıştı.

Büyük (!) Sultanımız Süleyman'ın Fransa kralı I. François'yı hapisten bir mektupla kurtardığını okurduk mektepte. O François'nın kurduğu Collège de France bugün dünyanın en önemli araştırma kurumlarından biridir.


Bizimkinin hangikurumu ayakta kaldı? Hangi kurumunun insanlığa beş paralık bir faydası oldu? Tek becerdiği kalıcı şey, aklı başında öz oğlu Şehzade Mustafa'yı Hürrem
uğruna katlettirip, devleti bir ayyaşa teslim ederek halkının geleceğini karartmak oldu.

Artık yeter! Bu ve benzeri rezillikleri yalanlarla bezeyip yücelten, buna karşılık bize bütün dünyada saygınlık kazandıran, aklımızı kullanıp onurlu insanlar olmamızı sağlayan Atatürk'ü aşağılayan âlim pozlu, ukala tavırlı zır cahilleri her gün halkın karşısına diken televizyon kanallarından ve gazetelerden gına geldi. Yükselen ahlaksızlık grafiğimiz kimin eseridir sanıyorsunuz? Cehalet tüm fenalıkların anasıdır. Biz de o anayı besleyip duruyor, onun tosuncuklarına oylar veriyoruz. Artık yeter!

Memleketimde her elimi attığım yerde cehalet çirkefine bulaşmaktan bıktım.


Celal Şengör, Bilim Teknoloji (Cumhuriyet) sayı:1258