22 Temmuz 2013 Pazartesi

BALYOZ davasındaki SAHTELIKLER ve mahkemelerin görmek istemediği 31 ÇÜRÜK



Yazı Hürriyet gazetesinin  21 Temmuzlu sayısından alınmıştır.

1. oradaki yazı fontu 4 yıl sonra icat edildi.

calibri dünyanın en kullanılan yazı fontu (yazı stili).

suçlama konusu 2003 tarihli dijital belgeler, darbe planları ve balyoz harekât planı dokümanı yazılırken calibri fontu kullanıldı.

cami bombalama şeması office xml ile çizildi. ama bu yazı fontu ilk defa microsoft tarafından 2007’de piyasaya sürüldü.

2003 yılında oluşturulmuş gibi görünen dijital belgelerde 2007’de piyasaya sürülen bir yazı fontunun kullanımı hiçbir şekilde mümkün değil.

sanık avukatları darbe planlarının metinlerini microsoft’a yolladı ve yazı karakteri soruldu. microsoft, ‘calibri fontu’ olduğunu ve bu fontun 2007’de piyasaya sürüldüğünü bildirdi.

ama mahkeme avukatların itirazlarını reddetti, belgeleri delil olarak kabul etti. yargıtay cumhuriyet başsavcılığı da avukatların bu konudaki temyiz itirazının reddi yönünde görüş bildirdi.

başsavcılık tebliğnamesinde, şöyle denildi: “dijital deliller hukuka uygun, suçun oluşumuna esas alınabilir.

elde ediliş şeklinde hukuka aykırı bir durum yoktur.”

2. seminere katılmayanlar bile cezalandırıldı.

davanın ana delili sanık çetin doğan’ın mart 2003’teki komutanlığı sırasında istanbul 1’inci ordu’da yapılan plan semineri.

mahkeme, seminerde darbe planı yapıldığını kabul etti, seminere katılan, listelerde ve belgelerde adı geçen bütün subayları, ‘darbeye eksik teşebbüsten’ mahkûm etti.

seminere katılmak tek başına suç sayıldı. üstelik mahkeme seminere katılmayan, o sırada yurtdışında görevde olan sanıklara bile ceza verdi. savunmaya göre ise seminere 162 kişi katıldı.

ancak bunlardan sadece 52’si sanık konumunda. diğer 110 kişinin ifadeleri bile alınmadı.

dava kapsamında 365 sanığın yargılandığı düşünüldüğünde başta denizci ve havacı askerler olmak üzere 313 kişinin bu seminerle uzaktan yakından bir ilgisi yok.

3. ses geçirmeyen odada ezan sesi

seminer ses kayıtlarını içeren 2’nci kasette ezan sesi duyuldu.

sanık avukatları 96’ncı duruşmada ses kaseti dinlenirken, mahkeme başkanı da ezan sesini duydu ve tutanağa geçirdi.

seminerin orijinal ses kayıtlarının içinde ezan sesi olmasına imkan yoktu. çünkü seminer salonu ses geçirmez şekilde yapılmıştı.

savunmaya göre salon ses geçirmez olmasaydı, 3 gün süren seminer sırasında dışarıdan gelen başka seslerin de kasetlerde olması gerekirdi.

oysa ezan sesi dışında dışarıdan gelen başka ses yok. avukatlara göre, ses kasetleri seminerin gerçekleştirildiği sırada kayıt yapılan orijinal kasetler değil ve delil sayılamaz.

4. o tarihte olmayan gemiye görev

2003’te tcg alanya isimli gemiye görev verildi. ama geminin inşa tarihi 2005’ti.

sanık avukatları geminin inşa tarihi ve bu ismi almasının 2005 yılı olduğunu belgeledi.

ancak mahkeme kabul etmedi. başsavcılık tebliğnamesine bu konu geçmedi.

5. albay suç tarihinde belgesel çekiyordu

deniz albay ali türksen üzerine atılı suç tarihi ve saatte deniz altında trt’nin hazırladığı bir belgeselin çekimindeydi.

ancak bu çelişki de mahkeme ve başsavcılıkça kabul edilmedi.

6. listede adı geçen albay tsk’da yok

listede adı geçen albay fahri ekşioğlu diye bir personel asla deniz kuvvetleri komutanlığı’nda var olmadı.

2003’teki görev listesinde adı geçen iki generalden biri 1997’de, diğeri 1998’de öldü.

suçlandığı belgede adı umut ahmet tarakçı olan kişi, umut adını 2009’da aldı. darbe sırasında bursa’da el konulacak 35 ar 6132 plakalı araç 2006’da tescil edildi.

ancak bu itirazlar da hiçbir şekilde kabul görmedi.

7. hastanenin adı 2008’de değişti

özel hastaneler.doc adlı listede medical park sultan gazi adı geçti.

ancak bu hastane 2008’de medical park grubu tarafından satın alındı. bu isim de bu tarihte verildi.

bu belgeye itiraz da kabul edilmedi.

8. 11 no’lu cd sahte

11 no’lu cd’de yer alan ilacdepoları.doc’ta geçen ilaç firmasının ismi yeni recordati.

ancak firma bu ismi 2009 yılında italyan recordati şirketi ile yaptığı anlaşma sonrasında aldı.

avukatlar bunu da belgeledi.

bu itiraz da kabul görmedi.

9. 15 gözlemcinin önünde hükümet devrilmez.

seminerde hayali bir senaryo kapsamında yunanistan ile savaş halinde aynı anda bir iç ayaklanma olması durumunda 1’inci ordu’nun mevcut planının yeterliliği sınandı.

seminerde tartışılan senaryoda ne cami bombalaması ne de jetin düşürülmesi vardı. 1’inci ordu’nun görev yeri marmara bölgesi ile sınırlıyken, 162 kişinin biraraya gelip yasal zeminde ve kendi seslerini kayda aldırarak, ankara’dan gelen 15 gözlemcinin önünde hükümeti devirecek, tüm türkiye’yi kapsayacak bir darbe provası yapması akla ve mantığa uygun değil. avukatların bu itirazı kabul edilmedi.

10. 1 haftalık hükümete darbe yapılmaz

mahkeme kararında ve tebliğnamade darbenin hedefi olarak gösterilen ak parti hükümeti henüz 1 haftadır görev başındaydı.

planın son kayıt tarihi ve üstündeki tarih 2 aralık 2002. avukatlar, balyoz planı’nın 2002 yılında yazıldığının ileri sürülmesinin mantıkla, gerçekle ilgisi olmadığını savundu.

11. şehit sayısı artmadı, azaldı.

balyoz harekât planı’nın 3b maddesinde ‘artan şehit cenazeleri ve artan öğrenci olaylarından’ bahsedilirken, avukatlar dip notta gösterilen 2001-2009 yıllarında şehit sayılarının azaldığını belirterek, ifadenin de raporun da gerçek dışı, düzmece olduğunu kanıt olarak gösterdiler ve delil olmayacağını savundular.

12. cd 11 tsk bilgisayarında yazılmadı.

davanın ana delillerinden balyoz güvenlik harekât planı sadece sanal ortamdaki dijital verilerden ibaret. bir dijital veri kendi başına bir cd’de bulunamayacağı için o veri dosyasının cd’ye yazdırıldığı kaynak bilgisayarın bulunması gerekirdi. oysa cd 11’de bulunan balyoz güvenlik harekât planı’nın hangi bilgisayarda yazıldığı, oluşturulduğu bulunamadı. bu bilgisayar ortada yok. ancak cd 11’in oluşturulduğu bilgisayarın tsk’nın kullandığı bilgisayarlardan olmadığı kanıtlandı.

13. ‘egaydaak’ ifadesi 15 mayıs

2003’te suga planı’nda, mahkemece kabul edildiği gibi önce darbeye zemin hazırlanacak ve bu maksatla da kısmi seferberlik ilan ettirmek için yunanistan ile gerginliği artıracak eylemler yapılacaktı. savunma avukatları ege denizi’nde yunanistan ile gerginliği tırmandırmak için gemi tahsisi yapılması gerektiği halde böyle bir gemi tahsisi olmadığına dikkat çekti. nato’dan gizli ege’de uçak uçurulması mümkün değildir. kardak krizinin ardından kullanılan ‘egaydaak’ ifadesi ilk kez genelkurmay başkanlığı’na yazılan 15 mayıs 2003 tarihli yazıda geçti. bu da planın oluşturulduğu tarihin 10 ocak 2003 değil, 15 mayıs 2003’ten sonraki bir tarihte yazıldığının kanıtıdır.

14. cami bombalama iddiaları yıpratma çarşaf ve sakal planlarında, fatih ve beyazıt camilerinin bombalanacağı yazıldı. sanık avukatları bu iddiaların delil sayılamayacağını, tsk mensuplarını yıpratmaya yönelik mantık dışı suçlamalar olduğunu savundu.

15. ses kayıtlarında planların adı geçmiyor.

1’inci ordu plan semineri’ndeki ses kayıtları 5-9 mart 2012 arasında 3 gün mahkemede dinlendi. ne balyoz ne suga planlarının adı geçmedi. planda ege’de yapılan uçuşlarda artış yaşandığı bilgisine karşın, 1 eylül 2001-31 ağustos 2002 arasında 5749, 2002-2003 suç tarihlerini kapsayan dönemde ise 5136 uçuş yapıldı. uçuş miktarı artmadı, azaldı.

16. f-16 ‘uçan gardiyan’lık yapamaz.

darbe planlarına göre f-16 pilotlarına verilen uydurma görevler maddi gerçeklerle bağdaşmıyor. 35 milyon dolarlık f-16 pilotlarına ‘uçan gardiyan’ olarak fenerbahçe stadyumu’nun güvenliği sağlama görevi verildi.

17. o avm’ler 2003 değil 2010’da açıldı. 2003’te balıkesir ve bandırma’daki büyük avm’lerin kontrolü ve denetimi için personel planlaması yapıldığı belirtilmesine karşın, bu illerdeki avm’ler 2010 ve 2011 yıllarında açıldı. bu maddi hata da mahkemece dikkate alınmadı.

18. olmayan cadde, sokak, otobüs durağı ve halk pazarı

tırpan, sakal, çarşaf gibi planlardaki hatalar da yargılama sırasında hiç irdelenmedi. atılı suç dönemi 2002-2003’de var olmayan cadde, sokak, otobüs durağı, halk pazarı isimleri planlara yazıldı. mahkeme, ‘2006’daki sokak isimleri 2002 ve 2003’te halk arasında zaten bu isimlerle kullanılıyordu’ diye kabulde bulundu. keşif raporlarında adı geçen 10 sokak ve cadde isminin istanbul büyükşehir belediyesi’nden alınan raporlarla, 2007 yılında bu isimleri almış oldukları belgelendi. ancak, tebliğnamede bu zaman çelişkileri bozma nedeni yapılmadı.

19. nüfus kayıtlarında olmayanlara tutuklama

cmk ile dava dosyasına sonradan delil eklenmesi usulü bırakıldı. ancak avukatlara göre gölcük’te ele geçirilen sözde delillere dayanarak, ikisi gerçekte nüfus kayıtlarında olmayan yüzlerce sanığa tutuklama kararı verildi.

20. olmayan birlikler yazıldı.

oraj darbe planında gölcük, ankara, istanbul ve izmir’de birlik komutanlıkları oluşturulacağı yazılmasına karşın soru önergesi yanıtında milli savunma bakanı ismet yılmaz, deniz kuvvetleri’nde gölcük, ankara, istanbul ve izmir birlik komutanlıklarının hiçbir zaman olmadığını açıkladı.

21. islak imzalılarda 2009 belgeleri ‘bilvanis çiftliği’ isimli klasörde yer alan 19 nisan 2007 saat 18.01’de oluşturulan ‘ıslak imzalılar’ arşiv dosyasında bulunan bir belge 2008 yılına, 5 belge ise 2009 yılına ait. bilimsel olarak bir arşiv dosyasının içinde bulunan herhangi bir belgenin içindeki bilginin tarihi arşiv dosyasının değiştirilme tarihinden önce olmalı. 2008 ve 2009 yıllarına ait belgelerin 2007 yılında oluşturulan bir ‘rar’ dosyasında olması ve aynı yıl taranması imkansız. mahkeme bu iddiaları da incelemezken, avukatlar sahtecilik olduğunu savundu.

22. son kayıt edici bir polis memuru

gölcük’ten bulunduğu ileri sürülen ve 2003’de hazırlandığı iddia edilen balyoz harekât planı’nın üst verisinde son kayıt edici olarak emniyette görevli polis reşat polat’ın adı çıktı. sanık avukatları bunun dijital verilere polisin müdahalesini kanıtladığını savundular.

23. bilirkişi*

mahkemece gölcük delilleri için bilirkişi raporu alındı. azmi tosun ve heyetinin 14 ocak 2011 tarihli raporunda, ‘bu delillerin tamamının sahtekârlık ürünü olduğu’ belirtildi. bu cd’lerden imaj da alınmadı. ancak mahkeme delilleri kabul etti ve gölcük’te bulunan deliller yönünden de tebliğnamede bir eleştiri getirilmedi.

24. eskişehir delillerinde 175 çelişki

eskişehir’de hakan büyük’ün oğlunun yaşadığı dairede 20 kadar polis arama yaptı. bir dolabın altından, evdeki diğer bin gigabayt toplamdaki hafıza kütüğünde hiçbir izi bulunmayan bir flash memory-hafıza kartı bulup çıkarıldı. emniyet iki bilirkişi raporu aldı. iki rapor arasında 175 çelişki doğdu.

25. cd 16’ya 21 dijital dosya sonradan eklendi.

cd-16 içeriğinde gerekçeli karardan önce gerçekte var olmayan 21 adet dijital dosya (sayfa 816-817’de) sonradan eklendi.

26. şehirler farklı ama dosyalar aynı versiyon

kadın olduğu halde babalık hakkından yasaklanan sivil memur sanık güllü salkaya ve öteki birçok personel word dosyalarını hazırladıkları ve çıktı aldıkları için mahkûm oldular. hepsi farklı şehirlerde ve farklı bilgisayarlarda hazırlanmıştı. ancak bu word dosyalarının hepsinin 9.28 versiyonu ile hazırlandığı belirlendi. tüm bilgisayarlar farklı olduğu ve sürekli güncellendiği için versiyonun aynı olması imkansız.

27. kağıttan word

mahkemece gölcük’te çıkan bir tek ıslak imzalı belgeye dayanılarak, ‘11 no’lu cd dahil tüm cd’ler gerçektir’ değerlendirmesi yapıldı. ancak avukatlar baz alınan 11 no’lu cd’nin sahte olduğunu savundular, bu cd’nin kağıttan bakılarak word halinin oluşturulduğunu öne sürdüler. avukatlar 33’üncü sıradaki okunmayan ve ‘yaklaşık’ olduğu anlaşılan kelimenin 11 no’lu cd’de ‘ideolojik’ şeklinde yazıldığını belirttiler.

28. 6 klasör lehe delil saklandı.

avukatların iddiasına göre içinde sanıklar lehinde yüzlerce bulgu ve tespit, resmi makam yazısı bulunan 6 delil klasörünü savcılar adli emanete kaldırdı. oysa cmk 160’a göre savcılar, sanıklar lehindeki delilleri de koymak zorunda.

29. lehte bulgular aleyhe yazıldı.

iddianamede 1019 lehte bulgu, 22 ayrı defa ‘aleyhte bulgu’ olarak değerlendirildi. bu durum da avukatlarca eleştiri konusu yapıldı.

30. mahkeme kendini bilirkişi yerine koydu.

mahkeme üyeleri adli bilişim uzmanı olmadıkları halde bilirkişi gerektiren konularda inceleme yaptırmadı. mahkeme, yeni akit, taraf ve zaman gibi davayı yanlı savunan basında yer almış kimi yanlış görüşleri kopyalayarak değerlendirme yaptı. mahkeme kendini bilirkişi yerine koydu.

31. 2007 gibi görünür’ ifadesi teknik hata

mahkeme, basından alıntı ile ‘bizzat microsoft (ms) açık kaynaklarında yer verilen bilgilere göre 2003 yılında yazılmış olan bir word belgesi 2007 yılında yeni versiyon yüklü bir bil­gisayarda açıldığında, sanki 2007 yılında hazırlanmış gibi görünece­ği’ ifadesine yer verdi. avukatlar bu ifadenin yanlış ve teknik olarak hatalı olduğunu savundular.

11 Temmuz 2013 Perşembe

Lozan sonrasi Turkiyenin durumu - Ataturk'un agzından



Atatürk'ten İsmet Paşa'ya

"SEVGİLİ Paşam, Cumhuriyet'in ilk  başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi  şimdi anlayacaksın. Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir  bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Başdelegesi
olarak elbette biliyorsun. Büyük  devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını  Lozan dönüşü sen bize anlattın. Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı  olan genel durumu özetleyeceğim.

Bize geri, borçlu, hastalıklı bir  vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü
devletiyiz. Dört mevsim kullanılabilir  kara yollarımız yok denecek kadar az.

4.000 km. kadar demir yolu var. Bir  metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin kuzeyini güneyine,  batısını doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart.

Denizciliğimiz acınacak durumda.

Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olan bir  çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız. Doğudaki aşiret, bey, ağa,  şeyh düzeni Cumhuriyet'le de insanlıkla da bağdaşmaz.

Bu durumu düzeltmeli, halkı  kurtarmalıyız. Her yerde tefeciler halkı eziyor. Güya tarım ülkesiyiz ama  ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz. Sığır vebası  hayvancılığımızı öldürüyor.

Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136. Pek  az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın  halinde. Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı % 60'ı  geçiyor. Nüfusun % 80'i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe. Telefon, motor, makine yok. Sanayi
ürünlerini dışarıdan alıyoruz.  Kiremiti bile ithal ediyoruz. Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir'in bazı semtlerinde  var. Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408.

Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız  gerekiyor. Yunanistan'dan gelen göçmen sayısı da 400 bini geçecek. İktisadi  hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız da çok az. Zorunlu  okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitimi hiç çözülmemiş. Oysa Cumhuriyet'in insan malzemesini  hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz. Kültür eserleri  kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor.
Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı  bilgiler var. Bunları Bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel  durumu tam bilsinler. Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan  kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü  gelince konuşuruz. Hedefimiz milli iktisat, bağımsızlığın sürekli olması için  iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı.

Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark  ettiği zaman çok geç kalmıştı.

Cumhuriyet'e uygun bir anayasaya gerek  var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek  var önümüzde, ne de bir deney. Ama yılmamak, ucuz, geçici çarelerle  yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın  düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak  zorundayız. Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha  hızlı yürümek zorundayız.

Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp  bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim  kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu  seninle paylaşmak istedim. Allah yardımcımız olsun!"

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Tohum'un yolculugu - Direnmek, mucadele etmek için başlangıç arayanlara

Tohum ne olacağını bilmez, tohum çiçeği asla tanımamıştı. Ve tohum, güzel bir çiçek olma potansiyeli taşıdığına inanamaz bile.
Yolculuk uzundur ve o yolculuğa çıkmamak her zaman daha güvenlidir, çünkü yol bilinmez, hiçbir şey garantili değildir. Hiçbirşey garantili olamaz. Yolculuğun bin bir tehlikesi vardır, pek çok tuzağı vardır ve tohum sert kabuğunun içinde güvendedir. Ama tohum dener, çaba gösterir; ona güvenlik veren sert kabuğa hakaret etmeye başlar. Mücadele hemen başlar. Toprak ile taşlar ile, kayalar ile mücadele. Ve tohum çok serttir, ama filiz çok, çok yumuşaktır ve tehlikeler pek çoktur.
Tohum için tehlike yoktur, tohum binlerce yıl boyunca hayatta kalabilirdi, ama filiz için tehlike çoktur. ama filiz bilinmeyene, güneşe, ışık kaynağına doğru yola çıkar. Nereye gittiğini, neden gittiğini bilmez. Çekeceği çile çoktur, ama tohumun bir rüyası vardır ve tohum ilerler.

INSANIN YOLU DA AYNIDIR. ZORDUR. ÇOK CESARET GEREKTIRIR.

Bhagwan Shree Rajneesh

5 Temmuz 2013 Cuma

Diktatörlerin ortak kişilik özellikleri - 12 Haziran 2013 tarihli sol gazetesinden

1- Neden yumuşayamazlar?
Şiddet uygulayan baba gibidirler. Baba, aslında korku içindedir. Aklının içi korku filmi gibidir. Evin içini şiddetiyle kontrol altında tuttuğunu düşünür ama sürekli olarak otorite kaybedeceğinden korkar. Korktukça, otoritesini şiddetiyle yeniden tesis etmeye çalışır. Dört elle sarıldığı bu şiddete, her anlamda mecburdur.
2- Neden korku üretirler?
İçindeki korku çok büyük yer tutmaktadır ve dışarıya yansıtılması gerekir. Bir tür deşarj gibi. Korku salarak kendi korkularından kurtulmaya çalışırlar ama korkuyu saldıkça içlerindeki korku azalacağına artar
3- Neden tehdir ederler?
Düşmanlar yaratması, tanımlaması, ataması çok dikkat çekicidir: illegal yapılar, marjinal gruplar, faiz lobisi gibi ifadelerle aslında sağın geleneksel kalıplarını kullanmaktadır. Kötü dışarıdadır, iyi içeride; "bende sadece ve sadece iyilik vardır, ötekinde sadece kötülük". "Kötülük katiyen bende olamaz; ötekinde de iyilik kesinlikle olamaz" gibi bölünmüş ve bir araya gelmesi olanaksız bir zihin dünyasının tezahürüdür.
4- Neden yalan söylerler?
Tekinsiz, korku ve tehdir dolu iç dünyaları, gerçeği değerlendirmelerini de bozar. Bu nedenle sık sık gerçeği saptırırlar. Gerçeğin yerine ortaya koydukları çarpık gerçeği korumak için her yola başvururlar.
5- Neden anlayamazlar?
Çünü diktatör kendisinden çıkamaz. HErşey bana yakın olanlar ve bana karşı olanlar şeklinde ikiye ayrılmıştır. Dünya sadece  siyah ve beyazdan ibarettir. Ara renkler, ara biçimler, ara durumlar yoktur.
6- Neden göremezler?
NEredeyse kör gibidirler ama hitap biçimleri tepeden bakıyor izlenimi doğurur. Halbuki kendilerini sürekli altta, alçakta, çukurda hissederler. Çukurda olmadıklarını görmek ve göstermek için de tepeden konuşmayı bir zırh olarak kuşanırlar. Eşitlikçi bir ilişki biçimi onlar için mümkün değildir.
7- Neden inat ederler?
Hayatlarına mal olsa da diktatörlerin, herhangi bir konudaki açıklanamaz inatları çok tipiktir. zamanla kendisini uyaranları etrafından uzaklaştırı ve kendilerini onaylayan insanları çevrelerine toplarlar. Zaten sorun kesinlikle kendilerinde değildir.
8- Neden yalnızca kendilerini haklı görürler?
Hak etmişlik duygusuyla sarmalanmışlardır. Ancak kendisine hizmet ediyorsa başkalarının fikirleri vardır, aksi halde bunlara tahammül edemezler. alman ırkı Hitler'e hizmet etmek için vardır; gerisi ayrıntıdır. Seçilmiş insanlar "benim bakanım, benim milletvekilim"dir.
9- Neden geçmişi severler?
Otoriter siyasal figürler geçmişi yad etmeyi, göklere çıkarmaya bayılırlar. Çünkü ne bugunü sevebilirler ne de kendilerini
10- Neden sevemezler?
Çünkü bilinçdışında var olan, güze sahip oldukça bastırılabilen "ben sevilecek birisi değilim" algısı onları insanın doğallığından uzaklaştırır. Böylece ancak kendisi kadar güçlü olduğunu düşündüğü insanları sevdiğini sanarak, aslında insandan uzaklaşır ve kimseyi sevmezler.

Halkın Doktorları

YAzının tamamı için:
http://haber.sol.org.tr/medya/halkin-doktorlari-yazdi-diktatorlerin-karanlik-psikolojileri-haberi-74580